Çağımızın yeni aktörü : Küreselleşme (Globalizasyon)
Doğduğunda sahip olduğu masumiyeti, zamanla kaybeder insan; süreç buna
iter, bazısı da isteyerek yapar. Düşünceler şekillendirir ilk başta bedeni;
olmak istenilen neyse, yönelimler bu istek doğrultusunda yapılır.
Çocukluğumuzun karanlık dehlizlerinden bir soru çıkagelir, geleceği
şekillendirmemize ışık tutan bir güneş gibi parlar, ya da biz öyle
zannederiz.
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
Hayal dünyası geniş olanlarımızın ütopik cevaplarının yanı sıra, düşünerek
cevaplayanlar da olmuştur bu soruyu. Cinsiyet gözetmeksizin cevap vermek
gerekirse; yaşadığı çağın sunduğu imkanları iyiye kullanarak, insanlığa fayda
sağlamak adına emin adımlar atarak, başarıyı kovalayan bireyler olma
çabasındayız. Bakın bu ütopik cevap sayılır, çünkü ; kişisel menfaatleri arka
plana atamayan, benjamin franklin odaklı planlar yapan kitlelere dönüşüyoruz,
dönüştürülüyoruz. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı, somut gerçeklikleri
yaşıyoruz. Bu sürece ayak uydurmak, oyunu kuralına göre oynamak adına :
Nedir küreselleşme?
Küreselleşme veya globalizasyon; ekonomik, sosyal,
teknolojik, kültürel ve politik açılardan ülkeler ve toplumlar arası
bütünleşme, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir.
Küreselleşme kavramının en çarpıcı özelliklerinden biri, olası etkilerinin çok
sayıda ve çeşitli olduğu izlenimini vermesidir. Küreselleşme, yalın toplumsal
gerçekleri oldukça aşan spekülasyonlar, varsayımlar ve imgeler üretme
kapasitesiyle olağanüstü zengin bir kavramdır ve henüz tam olarak ne olduğu
netleşmiş değildir. Sosyoloji ve Siyaset Bilimi başta olmak üzere birçok sosyal
bilim dalında küreselleşme olgusunu anlamlandırmak için araştırmalar
yapılmaktadır. Küreselleşme dünya ülkeleri ve toplumları arasında hem dünya
çapında bir tekdüzeleşmeyi (serbest piyasa ekonomisi, liberal demokrasi
normları), hem de ulusal düzlemde çoğulculuğu (yerel yönetimlere, farklık
etnik-mezhep gruplarından azınlıklara verilen önem) ifade etmektedir.
Küreselleşme sürecinde, korumacılık ortadan kalkmakta, yabancı sermaye akışına serbestlik sağlanmakta, ülkelerin
dış ticaret kanalları yoluyla birbirlerinden etkileşimi kolaylaşmakta ve
rekabetin yüksek olduğu bir ortamla karşılaşılmaktadır. Bu
süreçte korumacılığın ortadan kalkması ile birlikte devletin ekonomideki
rolünün ve desteklerinin azaldığı, özelleştirmenin daha ciddi
olarak gündeme geldiği bir piyasa yapısı söz konusudur. Bu açıdan
bakıldığında küreselleşme sürecinin ülke ekonomileri ve bu ekonomilerin
aktörleri olan yerel ekonomiler üzerindeki etkileri kaçınılmazdır. Zira, küreselleşme
bir yandan ülkelere ve yerel ekonomilere çeşitli yararlar sunarken, diğer
yandan da açık ekonomilerden korkunun ve korumacılığın ön plana çıkarılmasını
da beraberinde getirmektedir
Küreselleşme
ile ortaya çıkan köklü yapısal değişimlerde sanayi toplumu yerini giderek
tamamen yapısal farklar gösteren bilgi toplumuna
bırakmaktadır. Fabrika ile anılan sanayi toplumu, farklı
paradigmalara dayanan bilgi toplumuyla maddi üretime dayanan temel özelliğini
kaybetmekte ve yerini sembolik unsurların önem kazandığı bilgi üretimine terk
etmektedir. Benzer biçimde, sanayi toplumunda stratejik
rol oynayan sermaye, yerini bilgiye bırakmakta ve üretim faktörleri
arasında önemli yeri olan ham madde ve iş gücü önemini giderek kaybetmektedir.
Küreselleşme; hayatın ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel
alanlarında etkili olmaktadır. Ekonomi açısından globalleşme
ise, teknolojik devrimle birlikte, uluslararası
kuruluşların çabalarıyla dünya ekonomisinde sağlanan liberalleşme hareketleri,
ülkelerin hızlı ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmede piyasa
ekonomisine uymalarıyla kendini gösterecektir.
Küreselleşmenin
çeşitli etkileri vardır. Bunlar; mekânsal etki, ekonomik etki ve yönetsel etkidir.
Mekânsal etki: Bilgi toplumuna dönüşen nüfusun gereksinimleri endüstri toplumundan
giderek farklılaşmaktadır. Mekânlar, bu farklılaşmanın etkisinde yeniden
şekillenerek oluşmaktadır. Kentler hızla benzeşmekte, mekânlar eski anlamlarını
yitirmekte, üretim mekana göre düzenlenmekte, bazı yerler/kentler önemli hale
gelirken bazıları alışılagelmiş önemlerini kaybetmekle karşı karşıya
kalacakları öngörülmektedir.
Ekonomik etki: Gelişmiş ülkelerle diğerleri arasındaki fark giderek açılmakta,
sermaye akışı kuzeyden güneye yönelmeye devam etmekte, çok uluslu şirketlerin
sayıları artmakta, mal ve sermaye akışkanlığı daha da artmakta, ticaret ve
sermaye hareketleri sınır ötesi nitelikte olduğu için sınır ötesi menfaat
grupları oluşmakta olduğundan değişik milletlerden bireyler arasında kırılgan
bağlar oluşmaktadır. Küresel ekonomik yapılanma sürecinde (IMF, ABD, AB, Dünya
Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü) küresel aktörler ekonomik ağırlığı daha çok
ele alarak ulus devletin etkinliğini sınırlayacaklardır.
Yönetsel etki: Ulusal egemenliğe dayanan geleneksel ulus devlet modelinin içeriği,
küreselleşme etkileri ile değişime uğramaktadır. Egemenlik, küresel efendilerin
kontrolünde, bireyler üzerinden kullanıma girmekte ve ulus devletler vatandaş
odaklı konuma uygun rollerde kendilerine yaşam alanı oluşturmaktadır.
Devletler, içine girdikleri bu sürecin etkisinde kalarak bilinçli ya da
bilinçsiz, değişime uğramaktadırlar. Söz konusu yeni dönemde devlet otoritesi,
içten gelen “özgürlük” talepleri ile dıştan gelen emperyal baskılar
bileşkesinde sarsılıp sınırlandırılmaktadır. Emperyal emellerini uygulama
gücünde olan devletler, diğerlerine ‘böl-yönet’ kuralını uygulayarak onları
daha çok sömüreceklerdir. Hatta şimdilerde devletlerin içindeki ‘gruplara
yapılabilecek baskıları’, ‘onlara özgürlük götürme’ bahanesiyle müdahalede
bulunup o ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda tasarımlamaktadırlar. Tabi
devletlerin de demokratik olmayan uygulamaları buna ortam hazırlamaktadır.
Gelişmekte olan
ülkelerin, uluslar arası kuruluşların daha da etkisine girerek bunların ulusal
siyasetleri belirlemesi olarak tanımlanabilecek olan “yönetişim” kavramı,
küreselleşmenin en önemli üretimlerinden birisidir. Bununla birlikte kullanılan
“katılım”, “şeffaflık” gibi kavramların içine gizlenmiş olan, uluslar arası
sermayenin akışını güvence altına alan tek bir dünya pazarı yaratmaktır. Burada
amaç özgürlük değil ekonomik tasarımdır!
Sonuç olarak ;
Herkes sorunu bulunduğu yerde ele almak yerine sorundan kaçarak çözümü
öteki tarafta arayıp zaman, enerji ve emek harcamaktadır. Kendisinden kopan ve
meşru olana benzeyerek sorunu çözeceğine inanan günümüz insanı, başkalarına
benzemeye ve bu yolla kendini var etmeye çalışmaktadır. Oysa birbirine benzeyen
insanlardan oluşan toplumda farklılık üretme potansiyeli düşeceğinden (sosyal
entropi sorunu) yaşam dinamizmi giderek kaybolacaktır.
Halkların ekonomik ve sosyal temelli özgürlük talebi ile çok uluslu şirketlerin
çıkarlarına dayalı emperyalizmin evliliğinden, mevcut durumdan daha iyi bir
çocuk doğacağını beklemek hayal kırıklığı yaratacaktır. Bunun yerine
toplumların kendi kültürlerini koruyup geliştirerek, devlet yönetimlerini daha
demokratikleştirmek, adil ekonomik bölüşüme ve dayanışmaya dayanan kardeşlik
ortamını yaratmak daha akıllı ve uygun bir strateji gibi görünmektedir. Çünkü
sorunların çözümü öteki tarafta değil kendi aramızdadır.
Yorumlar
Yorum Gönder